Kayıtlar

İKTİSADİ YANLIŞLAMALAR

Resim
İktisat terimini çoğumuz ekonomik bir terim olarak duyduk, böyle kullandık ve de hala böyle kullanmaya devam ediyoruz çoğu zaman… Oysaki iktisat terimi, sadece ekonomiye uyarlanacak ve de uygulanacak bir terim değildir… İktisat terimini günlük hayatımızda birçok şeye uyarlamak ve de uygulamak mümkündür… İktisat kavramı, ekonomik anlamda kaynakların kıt, ihtiyaçların ise sınırsız olduğunu söyler… O halde sormak gerekir: “İhtiyaçlar sınırsız, kaynaklar bu kadar kıt iken iktisadın zıddı olan israf neden bu kadar yaygın?” Olaya başka bir açıdan bakıp burada bir yanlışlama yapmak gerekirse, o da, ihtiyaçların sınırsız, kaynakların da kıt olmadığı durumudur… Teoride durum bu iken, gerçek yaşamda aksi yönde gelişen başka bir durum mevcuttur… Teoride ihtiyaçlar sınırsız iken, gerçek yaşamda ihtiyaçlar bir kimsenin geliriyle sınırlı kalıp sonsuz olamamaktadır çoğu zaman… İktisaden kaynaklar kıt gösterilirken, aslında kaynaklar anlatıldığı bu şekilde kıt değildir… Bilinen bir g

TEVBE SURESİ 112. AYET BİZLERE NE ANLATIYOR?

Resim
"Tevbe Suresi 112. Ayet bizlere ne anlatıyor?" Bu sorunun cevabını bulmaya çalışacağız. Tevbe Suresi 112 Ayet: "Allah müminlerden canlarını ve mallarını, karşılığında cenneti onlara vermek suretiyle satın almıştır." diyor. Bu ayet bizlere gösteriyor ki, insan imanı ve ibadetleri ile cenneti hak etmiş oluyor. Çünkü insanın iman ve ibadetleri, verilmiş nimetlerin bile karşılığı değil iken birebir cennetin karşılığı olması mümkün değildir elbette. Yani Allah (c.c.): "Cennet, sizin amellerinizin karşılığı değil ama amel ederseniz eğer, sizlere cenneti amellerinizin karşılığıymış gibi bahşedeceğim." diyor. Yani cennet nimetini, iman ve amele şart koşuyor. Unutulmamalıdır ki, cennetin amel ve ibadetlerimize şart koşulması, onu hak etmiş olduğumuz anlamına gelmiyor. Çünkü insanın ameli ve ibadeti cennete girebilmek için sadece bir vesiledir ve bunun şartıdır. Ancak cennet, Allah'ın fazlıdır. Bediüzzaman Said Nursi Allah'ın fazlını şöyle anlatıyor: "

“ALYA 1. SEANS UYANIŞ” ADLI FANTASTİK ROMAN ÇIKTI

Resim
Adanalı Yazar Murat TAŞ’a ait “ALYA 1. SEANS-UYANIŞ” isimli fantastik roman çıktı. İkinci Adam Yayınları aracılığıyla baskı süreci tamamlanan romanın satışına online satış sitelerinde başlandı. Yazara ait ikinci eser olan “ALYA 1. SEANS-UYANIŞ” roman türünde yayımlanan ilk eserdir. Yazarın ilk eseri olan “YANI BAŞIMDA” deneme türünde olup Aralık 2017’de Cinius Yayınevi tarafından yayımlanmıştır. İyilerle kötülerin bir arada bulunduğu iki kutuplu bir dünyadan bahseden “ALYA 1. SEANS UYANIŞ” adlı fantastik romanın arka kapak yazısı ise kitap hakkında okuyucu kitlesi üzerinde büyük bir merak uyandırmaktadır. “ALYA 1. SEANS-UYANIŞ” adlı fantastik romanın arka kapak yazısı: "İyilerle kötülerin bir arada olduğu iki kutuplu bir Dünya... Kötülüğün simgesi Kaiseros, ruhu ile birleşmek adına, uyanacağı o karanlık gün için geri sayar. Soylular Meclisi, Kaiseros'un bedenini özgür bırakmak için "Gizli Plan" ı hayata geçirmeye başlar. Bu plandan haberdar olan Profesör Al

AYKIRI YAŞAM BİÇİMLERİ VE YANSIMALARI

  Her insan üzerinde bulunduğu coğrafyanın geçmişten gelen, bugün de devam eden özelliklerine göre bir yaşam sürdürür. Bu yaşam biçimine yön veren birbirinden farklı unsurlar bulunmaktadır. Bu unsurlar: iklim koşulları, arazi yapısı, gelenek-görenekler, din ve buna benzer olabilecek şekilde çoğaltılabilir elbette. Lakin bu unsurlar içinde yaşama yön veren en önemli unsur, insanı hem maddi hem de manevi açıdan belli bir olgunluğa eriştiren din kavramıdır. Din kavramını insan yaşamında bu denli önemli kılan asıl şey, din kavramının insan yaşamının tam olarak neresinde olduğu sorunsalıdır. Çünkü bir insan, yaşamış olduğu coğrafyada iklim koşullarına ister istemez uyum sağlamak zorundadır. Ki sağlamaktadır da. Keza bu coğrafyanın arazi yapısına da aynı şekilde uyum sağlanmaktadır. Lakin insan, din kavramını yaşamının merkezi olarak görmezse eğer, arada kalmış bir hayat yaşamak zorunda kalır. Bu da, kişinin mensup olduğu dinin belirttiği yönün aksi yönünde bir yaşam biçimi oluşmasına nede

YARATICI YIKIM

Resim
“Yaratıcı yıkım”   sözü kulağa hoş geldiği gibi, aslında bir o kadar da ürkütücü. Bu tılsımlı söze hangi açıdan bakıldığı çok önemlidir. Örneğin ekonomi boyutundan bakıldığında karşımıza Avustralyalı iktisatçı ve siyaset bilimci   Joseph Alois Schumpeter   çıkar: “Oluşan yeni olguların, diğer olguları eskiteceğini ve zamanla yıkacağını ve ayrıca yeni bir sistem üretmek için eski sistemi yok etmek  gerekir.”   fikrini savunmasıyla.   Günümüz dünyasında olayların akıl almaz bir hızla geliştiği ve değiştiği bu ortamda belki de en çok tartışılan olgu, günümüz dünyasının ekonomik sistemini barındıran “kapitalizm” dir. Kapitalizm, sahip olduğu dinamizm ile ekonomik sistemler içerisinde belki de en karmaşık olanıdır.   “Kapitalizm, doğası gereği bir ekonomik değişim biçimi ya da yöntemidir… Asla, ama asla durağan olamaz. Yaratıcı yıkım süreci kapitalizmin asli olgusudur.”   (Schumpeter; Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi)   Yaratıcı yıkım salt ekonomik bir kavram değildir. Yaratıcı yı

NEFESİNİ YAZMAK

…ve anladım ki seni sevmek ve seni yaşamak için uyanık olman… …ve de karşımda durman gerekmiyordu hiçbir zaman… …bazen ayrı yerlerde iken bir telefonun ucunda bekleyip de sen uyurken nefesini dinlemek dahi yeterdi seni sevmeye ve yaşamaya… …ve sevmek böyle bir sey olsa gerek… …bir ömür kalbimi titreten nefesini yazmak gibi… …her nefeste seni yaşamak gibi… …ve sen, nefes almayı bıraktığında bir gün ölmek gibi… …varlığında can buluyordu aşk… …ve dilleniyordu gönüllerde bir sevda, sen konuştuğunda… …susuyordu gönüller, sen konuşmayı bıraktığında… …koca bir sema misali kuşatıyordu yüreğim bu sevdayı, sen yüzünde gülücüklerle karşımda durduğunda… …ve bir yeryüzü misali seriliyordum önüne, sen hayat bulup da yaşadığında… …gerektiğinde bir arş ve gerektiğinde bir arz idim sen nefesinle yokluğuma varlık manası yüklediğinde… …oysaki ben büyük bir manasızlığı yaşıyormuşum günlerimi sensiz geçirdiğimde… …şimdi öyle mi peki? Şimdi öyle mi sevgili? …şimdi sen varsın, n

O HALDE DOĞRU OLAN NEDİR?

An itibariyle öyle hayatlar yaşıyoruz ki, adeta dibimizde soluyarak yoluna devam eden bir kimsenin varlığından dahi, haberdar olamıyoruz. Onu göremiyoruz. Bir sıkıntısı olduğunda bir kimsenin, o kimseyi görmezden geliyoruz. Onu umursamıyoruz. Olan biten her şeye duyarsız kalıyoruz. Bize dokunmayan yılanın bin yıl yaşaması için var gücümüzle çalışıp çabalıyoruz. Bir kimse haksızlığa uğradığında susup dilsiz şeytanlara dönüşüyoruz adeta. Her türlü adaletsizlik karşısında ruhlarımızı satıp her türlü adaletsizliğe alkış tutuyoruz. Menfaat uğruna kişiliğimizden olmayacak tavizler veriyoruz. Bir kimsenin haklı olduğunu bildiğimiz halde, sırf maddi olanaklar açısından güçlü diye haksız olanın yanında taraf tutuyoruz. Haklı olanı haksız; haksız olanı da haklı varsayıyoruz. Bir kimsenin çektiği acıya yüz çevirip yolumuza, daha doğrusu yaşantımıza, umarsızca devam ediyoruz. Onca yanlışı göz göre göre yapıp ortalıkta hiçbir sorun yokmuş gibi kaldığımız yerden devam edip vicdanımızı dahi içimizde

TEKLİ KALABALIK VE ÇOKLU YALNIZLIK

Düşündünüz mü hiç? Onca kalabalığın içinde yalnızca bir tek kişisiniz. Ya bu büyük kalabalığın aynı parçalarından sadece birisi olursunuz ya da onca kalabalıktan sıyrılıp kendinize has yegâne bir parça olarak kalırsınız. Evet! Asıl mesele de bu zaten. Günümüzde gittikçe birbirine benzemeye başlayan kalabalıkların içinde kendin olabilmek ve kendini bu kalabalığa benzemekten korumak. Neden mi böyle diyorum? Bu sorunun cevabını bulmak için etrafımıza ya da en basitinden kendimize bakmış olmamız yeterli bir kaynak olmaktadır. O halde başlayalım. Özelden genele doğru giden bir yol izleyelim sizlerle. En azından bu yolda yalnız yürümeyelim. Bana bu yolda eşlik edin hadi. Evvela toplumun bir parçası olarak, yani bir birey olarak kendimizden başlayalım. Günümüz yaşam tarzında hepimizin üzerinde en azından akıllı bir cep telefonu mevcut bulunmaktadır. Bunun dışında tablet, laptop gibi elektronik ürünleri sayma gereği bile duymuyorum. Çünkü bizlere en yakın olan materyal ce

ZİNCİRİ ASLA KIRMA!

Aslında bu, hepimizin hikâyesi… Çünkü hepimiz, büyük bir kalabalığın içinde yapayalnızız… İç suskunluklarımız, bir başkasına ait sözlerimiz, kendimiz olmayan bakışlarımız, sahte gülüşlerimiz, duymak istemeyip de duyduklarımız, söylemek istemeyip de söylemek zorunda kaldıklarımız ve daha nicesi… Ve nihayetinde kocaman bir yalana dönüşen tekdüze bir hayat… Hepsinin toplamı biziz. Yani, aslında her hareketimizle bir öncekini sıfırlayan bir durumun başrol oyuncularıyız. Hayatın bizleri bir arada tutmuş olduğu zinciri her an kırıp duruyoruz. Nasıl mı? Gelin kendimize bir metot belirleyelim. Günlük ve haftalık hedefler koyalım. Bir takvim üzerinde, ulaştığımız her hedef sonrasında,   hedefe ulaştığımız günlere bir çarpı atalım. Bu çarpılarla bir zincir oluşturalım ve asla ama asla bunu yapmaktan ve başarmaktan vazgeçmeyelim. Ve bu zinciri kırmayalım. Hedefe durmaksızın ulaşalım. Çünkü kişisel gelişim uzmanları, bu hayatta daima hedeflerimiz olması gerektiği yönü

İYİLİĞE YÖNELMEK VE KÖTÜLÜKTEN SAKINMAK

Günümüz dünyasında insanoğlunun karşı karşıya kalmış olduğu açlık, savaş, şiddet, yoksulluk, adaletsizlik, eşitsizlik ve buna benzer onca kötülüğü aklımıza ve gözlerimizin önüne getirdiğimiz vakit, yaşantımızda gittikçe kaybolmaya yüz tutan iyilik kavramı gitgide daha da değer kazanmaktadır. Ki olayın özüne inildiğinde iyilik kavramının her daim kötülük karşısında değerli olduğu su götürmez bir gerçektir ve insanoğlunu hem bu dünyada hem de öte âlemde kurtuluşa erdirecek tek şey, iyiliğin ta kendisidir. Bu konuda, “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” diyen Ali İmran Suresi 104. ayet bizleri doğrulamakta ve bizlere yol göstermektedir.   “Ümmet” tabiri “topluma önderlik edebilecek olan grup” anlamını taşımaktadır. Yüce Allah Müslümanların içinde onlara önderlik edebilecek, onların birlik ve beraberliğini sağlayabilecek, onlara iyiliği emredecek, onların kötülükten sakınmasını sağlayabilecek ve in