İYİLİĞE YÖNELMEK VE KÖTÜLÜKTEN SAKINMAK

Günümüz dünyasında insanoğlunun karşı karşıya kalmış olduğu açlık, savaş, şiddet, yoksulluk, adaletsizlik, eşitsizlik ve buna benzer onca kötülüğü aklımıza ve gözlerimizin önüne getirdiğimiz vakit, yaşantımızda gittikçe kaybolmaya yüz tutan iyilik kavramı gitgide daha da değer kazanmaktadır. Ki olayın özüne inildiğinde iyilik kavramının her daim kötülük karşısında değerli olduğu su götürmez bir gerçektir ve insanoğlunu hem bu dünyada hem de öte âlemde kurtuluşa erdirecek tek şey, iyiliğin ta kendisidir.

Bu konuda, “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun. İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir.” diyen Ali İmran Suresi 104. ayet bizleri doğrulamakta ve bizlere yol göstermektedir.  

“Ümmet” tabiri “topluma önderlik edebilecek olan grup” anlamını taşımaktadır. Yüce Allah Müslümanların içinde onlara önderlik edebilecek, onların birlik ve beraberliğini sağlayabilecek, onlara iyiliği emredecek, onların kötülükten sakınmasını sağlayabilecek ve insanları İslam’a davet edebilecek bir sosyal kontrol mekanizmasının bulunmasını istemektedir. Müslüman toplumların böyle bir kurumu oluşturmaları elzemdir, farzdır. Bu vazife yerine getirilmediği takdirde, vazifenin özelliğine göre, o topluluğu oluşturan yükümlülük çağındaki bütün Müslümanlar bu ihmallerinden dolayı sorumlu olmaktadırlar. Buradan anlaşılacağı üzere, Müslüman toplumların insanlara iyiliği emredip onları kötülükten sakındırmaları için bu sosyal kontrol mekanizmasının, yani ümmet olma bilincinin hayata geçirilmesi gerekmektedir.

Tevbe Suresi 122. ayet, “Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup dini ilimlerde geniş bilgi elde etmek ve kavimleri savaştan döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır. Umulur ki sakınırlar.” şeklinde bizlere uyarılarda bulunmaktadır. Bu ayette her bir topluluktan bir grubun gerekiyorsa ilim yolculuğuna çıkması ve böylece dini iyice öğrenmeleri ve dahi toplumlarına döndükleri zaman onları eğitip uyarmaları istenmektedir. Bu faaliyette görev alacak olan kimseler, insanları iyiliğe, doğruluğa, güzel ve insanlık için yararlı olan şeylere çağıracaklar ve onları kötülüklerden sakındıracaklardır. Bu sayede toplumun birlik bütünlüğü sağlanacak ve toplum bölünüp parçalanmaktan korunmuş olacaktır.

Yüce dinimiz İslam, tüm öğretileriyle birlikte insanlığı hem bu dünyada hem de ahret yurdunda refaha kavuşturacak bir yol çizmektedir. Bu yolda her daim insanlığa iyilik emredilmekte ve insanlık kötülükten men edilmektedir. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bir hadis-i şerifinde, “Bir kötülük (münker) gören kişi, onu eliyle önlesin. Buna gücü yetmeyen diliyle karşı çıksın. Bunu da yapamayan (kötülüğe) kalben buğzetsin ki, artık bu da imanın en zayıf derecesidir.” buyurmaktadır.

Bu hadis-i şerife göre, “kötülüğü el ile önleme sorumluluğu” toplumda iyiliğin yerleşmesini ve kötülüğün giderilmesini sağlayacak bir siyasi güç meydana getirmek ve temeli sağlam bir siyasi yapı oluşturmakla Müslümanları yükümlü kılmaktadır. Oluşturulacak olan temeli sağlam bu yapı, vicdanen ve de ahlaken çöküntüye uğrayıp kötülük yapmaktan çekinmeyen kimseleri, hiç olmazsa açıktan açığa kötülük yapmaktan uzak tutabilecek ve böylece iyiliğin yolunu açabilecektir.  
Hadis-i şerife göre, “kötülüğe dil ile karşı çıkma sorumluluğu” genel olarak iyilikten yana tavır sergileme ve kötülüğe tepki gösterme bilincinin toplumda canlı tutulmasını, eğitim, öğretim, yazılı, sözlü ve görsel yayınlar gibi kurumsal çalışmaların önemini ortaya koymaktadır. Bu doğrultuda toplumsal tepkimelerin iyilikten yana ve kötülüğe karşı bir reaksiyon geliştirmesi, bunun gerçek hayatta yerini bulması anlamını taşımaktadır.

Hadis-i şerifte geçen “kötülüğe karşı kalben buğzetme” bütün Müslüman âlemi için sorumluluğun en düşük seviyesini temsil etmektedir. Hadis-i şerifte de geçtiği üzere, Hz. Peygamber (s.a.v.) bu durumu “imanın en zayıf derecesi” olarak nitelendirmektedir. Çünkü kalple buğz, olumlu davranışlarla tamamlanamadığı sürece, el ve dil ile kötülüğe karşı koyma yollarına başvurma konusundaki acizliği ve güçsüzlüğü ortaya çıkaran pasif bir tavır olmaktadır.

Elbette iyiliğe yönelip kötülükten sakınmak ağır olduğu kadar kıymetli bir sorumluluktur aynı zamanda. Ne var ki, insanları iyilik yapmaya ve kötülükten uzak durmaya çağıran kişinin, öncelikle kendisinin bu sorumluluğu layıkıyla yerine getirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde yapılan bu iş, samimiyetten uzak olan bir durumun meydana gelmesine sebep olacaktır. Bununla birlikte bir hadis-i şerifte bildirildiğine göre böyle bir kimseyi cehennemde gören kimseler, “Ey filan, bu ne hal! Sen dünyada iyiliği emredip kötülükten alıkoyamaya çalışmaz mıydın?” derler. Adam o kimselere şu cevabı verir: “Ben, size iyiliği emreder, fakat kendim yapmazdım; kötülüğü yasaklar, ancak kendim kötülük yapardım.”  

İnsanlara iyiliği emredip onları kötülükten sakındırmak isteyen kimselerin bu görevi hakkaniyetle yerine getirebilmeleri için elbette bazı özelliklere sahip olmaları gerekmektedir. Bu kimselerin her şeyden önce, güç ve kudret sahibi kimseler olmaları, iyiyi kötüden, hayrı şerden ayırt edebilecek derecede ilim ehli olmaları gerekmekle birlikte, beşeri münasebetleri güzel bir biçimde yürütebilecek iyi bir ahlaka sahip bulunmaları da gerekmektedir. Aynı zamanda bu vazifenin yerine getirilmesi sırasında tatlı bir üslup kullanılması, kalp kırmaktan kaçınılması ve fitne çıkarmaktan uzak durulması icap etmektedir. Nitekin Yüce Allah Fussile Suresi 34. Ayette Hz. Peygamber’e şöyle buyuruyor: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki, seninle aranızda düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcak bir dost oluvermiş!”
İnsanoğlu iyiliğe yönelip kötülükten sakındığı sürece, üzerinde yaşamış olduğumuz yerkürenin daha da yaşanılabilir bir yer olacağı aşikâr bir gerçekliktir. İnsanlar, kölüğe karşı iyilikle muamele ettikleri vakit, kendilerine düşman olan kimseler dahi, günü geldiğinde dost olabilecektir. İşte o zaman insanlık, iyiliği baş tacı ederek gerçek anlamda rahat bir nefes almaya başlayacaktır. Bu da Allah’ın ayetlerinde ve Hz. Peygamber’in hadis-i şeriflerinde bildirildiği gibi ancak İslam’ı gerçek anlamda yaşayarak mümkün olabilecektir.
   

  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YOKSA BİR MÜSLÜMAN'IN HİLAFET İSTEMESİ DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİL Mİ?

ANLAMAK MI? YOKSA ANLAŞILMAK MI?

100 YILLIK UYKU HALİ