O HALDE DOĞRU OLAN NEDİR?

An itibariyle öyle hayatlar yaşıyoruz ki, adeta dibimizde soluyarak yoluna devam eden bir kimsenin varlığından dahi, haberdar olamıyoruz. Onu göremiyoruz. Bir sıkıntısı olduğunda bir kimsenin, o kimseyi görmezden geliyoruz. Onu umursamıyoruz. Olan biten her şeye duyarsız kalıyoruz. Bize dokunmayan yılanın bin yıl yaşaması için var gücümüzle çalışıp çabalıyoruz. Bir kimse haksızlığa uğradığında susup dilsiz şeytanlara dönüşüyoruz adeta. Her türlü adaletsizlik karşısında ruhlarımızı satıp her türlü adaletsizliğe alkış tutuyoruz. Menfaat uğruna kişiliğimizden olmayacak tavizler veriyoruz. Bir kimsenin haklı olduğunu bildiğimiz halde, sırf maddi olanaklar açısından güçlü diye haksız olanın yanında taraf tutuyoruz. Haklı olanı haksız; haksız olanı da haklı varsayıyoruz. Bir kimsenin çektiği acıya yüz çevirip yolumuza, daha doğrusu yaşantımıza, umarsızca devam ediyoruz. Onca yanlışı göz göre göre yapıp ortalıkta hiçbir sorun yokmuş gibi kaldığımız yerden devam edip vicdanımızı dahi içimizde susturup öldürüyoruz. Kalbimizi taş yığınından oluşan bir kabre dönüştürüp fıtratımızdaki güzellikleri içimizdeki boşluğa defnediyoruz. İçimizi tıpkı hayatlarımız gibi anbean boşaltıp duruyoruz.

Peki, nereye kadar bu yanlışları devam ettirebiliriz?

Bunun bir sonu yok mudur?

Elbette bunun bir sonu vardır. Elbette bu yanlışların doğrular karşısında boyun büktüğü bir had safhası mevcut bulunmaktadır. Bu had safhası, umulmadık bir zamanda, umulmadık bir şekilde tecelli eder. Kendisiyle alakalı olmayan her şeyi, adeta yok sayan insan, bir gün bir musibete, haksızlığa, adaletsizliğe, yanlışa ve bu paralelde meydana gelebilecek herhangi bir şeye maruz kaldığında lal olmuş diliyle dahi konuşmaya başlar. Fark edilmek ve sesini duyurmak ister. Çırpınıp durur adeta. Ateş bağrına düşmüştür bir kere. Ateş, düştüğü yeri yakar çünkü. Bağrı yanar. Kendisine bir yudum su getirecek bir el arar. Başına gelen şeyin yanlış olduğunu herkese duyurmak için çırpınıp durur. Lakin yanında kendisini anlayabilecek bir kimseyi bulamaz. İşte o zaman her şeyi özümsemeye başlar. Görmeyen gözleri görür. Duymayan kulakları işitir. Tutmayan elleri tutmaya başlar. Gitmeyen ayakları yürür. Susmuş olan vicdanı, derin uykusundan uyanır. İşte o zaman menfaat uğruna yanlışa doğru demekten vazgeçer ve haksızlık karşısında dimdik ayakta durur. Düşünmeye ve sorgulamaya başlar insan. Çünkü kendisine dokunmadığı sürece besleyip büyüttüğü yılan, kendisine dokunmuştur artık. Canını yakmıştır. Kendi elleriyle bu sonu hazırlamıştır. Fani dünyanın kendisi gibi geçici heveslerine kanmıştır. Yanmıştır. Aynı zamanda yanılmıştır da.

O halde, insan eliyle oluşturulan bu çarpık düzenin çarkları arasında eriyip giden hayatları kurtarmak için doğru olan nedir?

Hayat, siz ona yöneldiğiniz ölçüde imkânlar sunar size. Ve hayat hesapsızca yaşanacak mecralar sunmaz hiç kimseye. Sonunda alınan her nefesin, zerre kadar olsa dahi, iyi ya da kötü yapılan her şeyin hesabının sorulacağı bir noktaya taşır insanı. Ve insan, yaşamın sonunda kendisini baki âleme yöneltecek emeline ulaşmak istiyorsa eğer, bu hayattayken tüm hazırlığını, tüm muhasebesini yalnızca bu hesaba göre yapmak zorundadır. Aksi takdirde hüsrana uğrayan yine insanın kendisi olacaktır.   

Günümüzde içi boş yaşantıların devam ettirildiği bu yanlış karşısında doğru olan, insanoğlunun yaşantısını yalnızca Allah Azze ve Celle’nin koymuş olduğu hükümlere göre idame ettirmesidir. Bu kapsamda uygulanacak en iyi metot, peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in yaşamı boyunca nasıl bir yol izlediğinin ve insanlara neleri yapıp neleri yapmamaları konusunda ne tür tavsiyelerde bulunduğunun irdelenmesidir. Yaşantısını bu dünyada Allah Azze ve Celle’nin koyduğu hükümler ve peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sünnetine göre idame ettirip bu paralelde yaşayanlar, hem bu dünyada hem de ahret yurdunda gerçek anlamda kazanan kimselerden olacaklardır. Yanlış bir yaşantının kıskacında debelenip duran insanoğlu için doğru olan budur. İnsanoğlunun bu yanlıştan kurtulması için yapması gereken tek şey, Mevlana Celaleddin Rumi’nin şu sözüne kulak vermek olacaktır:

“Hayat bir uykudur, ölünce uyanır insan; sen erken davran ölmeden önce uyan.”  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YOKSA BİR MÜSLÜMAN'IN HİLAFET İSTEMESİ DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİL Mİ?

ANLAMAK MI? YOKSA ANLAŞILMAK MI?

100 YILLIK UYKU HALİ