DUA VE ÖNEMİ

Dua, aciz ve en kusurlu olan kul ile en kutsal ve kudreti sonsuz olan Allahu Teala arasında kurulan iletişimdir. Kul, dua ettiği zaman kendisini ve tüm kainatı yaratan Rabbine en samimi hali ile yönelir ve yalnızca O'ndan ister. Çünkü kulun Allah'tan istemesi, kendisi gibi aciz olan insandan istemesi gibi onu üzmez. Aksine aciz olan kul, kudreti gibi, varlığı ebedi ve ezeli olan Allah'tan isteyince, iç dünyasında adı dahi konulmayacak bir rahatlama ve mutluluk hisseder.

Bilinmesi gerekir ki dua, sadece Allahu Teala'dan yardım istemek ya da bir dileğinin/isteğinin gerçekleşmesi için edilmez. Bir kul, yılgınlığa düşmemek, Allah'ın rahmeti ve bereketinden umudu kesmemek, günahlarından arınmak ve cehennem azabından korunmak için de Rabbine dua ederek sığınır. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in en sık ettiği duaların başında gelen şöyle bir hadisi şerif rivayet edilmektedir: "Allah'ım, bize bu dünyada da ahirette de güzellik ver. Bizi cehennem azabından/utancından koru."

KAYNAK: http://ramazan.ismailaga.org.tr/ramazan-dualari/ramazani-serifte-dua-etmek

Kul, Rabbine samimi bir şekilde yöneldiği her duasında ısrarcı olur. Çünkü Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) bir hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Allah, duada ısrarcı olanları sever." (Buhari) 

Dua, bir dileğin/isteğin gerçekleşmesi hususunda en güçlü silahtır. Tam bir teslimiyet ve samimiyet ile Rabbine yönelen bir kulun duası, Allah katında makbul ve kabul olmaya değerdir. Çünkü kul, duanın gücü ile Rabbine yönelir ve yine duanın gücü ile her işini yapmaya koyulur. Kul, duanın gücü ile hem maddi hem de manevi isteklerine kavuşma ümidine sahip olur. Duanın gücü ile, hem yapıcı ve onarıcı gücü hem de önleyici gücü yanında hisseder. Yine Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) duanın önleyici gücü ile ilgili olarak bir hadisi şerifinde şöyle buyurmaktadır: "Dua, kazaya siper olur." (Buhari, Ebu Davud)

Kulun Rabbini en çok andığı ve Rabbine en çok yöneldiği an, zorda kaldığı andır. Çünkü kul, daha çok darda/zorda kaldığı zaman aciz olduğunu hatırlar ve kendisinden daha kudretli olana yönelme ihtiyacı hisseder. Acziyetini ve o anki teslimiyetini kendisi gibi aciz olan başka bir kula değil, yalnızca Rabbine arz eder. Hz. Musa (a.s.)'da zorda kaldığı bir anda Al-i İmran Suresi 147. ayette geçen şu dua ile Allahu Teala'ya yönelmiştir:

  وَمَا كَانَ قَوْلَهُمْ اِلَّٓا اَنْ قَالُوا رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَاِسْرَافَنَا ف۪ٓي اَمْرِنَا وَثَبِّتْ اَقْدَامَنَا وَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِر۪ينَ 

"Rabbim! Sen bağışla günahlarımızı. Affet işlerimizdeki, amellerimizdeki taşkınlıklarımızı. Yere/Yeryüzüne sağlam bastır ayaklarımızı. Yardım et bize küfre sapmış/küfre batmış kafirlere karşı." (Al-i İmran Suresi 147. Ayet)

Hz. Musa (a.s.) gibi bir peygamberin dahi ettiği şu dua göstermektedir ki, darda kalan her Müslüman sadece ve sadece Allahu Teala'dan yardım istemelidir. O'ndan başkasına yönelmemeli ve O'ndan başkasından asla medet ummamalıdır. Yardımlaşma ve dayanışma, her ne kadar mü'minler arasında olsa da, esas yardım yalnızca Allahu Teala'dan gelebilir. Kafirlerin zulmüne karşı verilen her mücadelede Allahu Teala'ya edilen duanın hem gönlü rahatlatan hem de kulu felaha eriştiren kudretli bir yönü bulunmaktadır. Nuh Suresi 28. Ayet şöyle buyurmaktadır:

رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا تَبَارًا 

"Allahım! Sen beni, anne-babamı, evime inanmış/iman etmiş olarak gireni, inanmış tüm erkekleri ve tüm kadınları affet. Zalimlerin ise helak ve perişanlıklarını artır sadece." (Nuh Suresi 28. Ayet)

Allahu Teala, kalpten samimi bir şekilde edilen her duayı duyar ve bu şekilde kendisine arz edilen duayı kabul eder. Bu durumun farkında olan ve Allah Azze ve Celle'nin dualarını kabul edeceğine tek bir şüphe dahi duymadan inanan bir kul, her daim şükretmesi gerektiğini bilir ve hayatında kendisini hiçbir zaman, hiçbir durumda yalnız hissetmez. Bu hissiyata sahip olan bir kul, her durumda ayağa kalkma ve mücadele etme hissiyatını kendinde hisseder. Bu durum da, duanın nasıl yapılması gerektiği hususunun ne kadar önem arz ettiğine işaret eder. Duanın nasıl edilmesi gerektiği konusunda Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a..v) bir hadisi şerifinde şöyle buyuruyor: "Sizden biriniz namaz kıldığı vakit, önce Rabbini tazim ve sena etsin, sonra Peygambere salavat getirsin, bundan sonra da istediği şekilde dua etsin!" (Ebu Davud) Bu hadisi şerif bizlere gösteriyor ki, duasının kabul ve makbul olmasını isteyen bir kul, duaya başlarken ilk olarak Allahu Teala'ya şükretmeli, sonrasında Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'e salavat getirmeli ve en sonunda da kendi meramını Allahu Teala'ya arz etmelidir.

Allah Azze ve Celle'ye gerektiği şekilde, samimi bir üslupla yönelen bir kul, duasının kabul olup olmayacağı konusunda düşüncelere dalar. Elbette Allahu Teala, kuluna dua edebilecek nefesi, imkanı ve zamanı vermişse, kulunun kendisine ihlasla yönelerek yaptığı duayı kabul eder. Duanın kabul olması hususunda İmam Rabbani şöyle buyurmaktadır: "Bir şeyi istemek, ona nail olmak (onu elde etmek) demektir. Zira Allahu Teala kabul etmeyeceği duayı kuluna ettirmez." Elbette Yüce Allah, yaratmış olduğu kullarının kendisine dua ile yönelmesini ister ve bunun bir kulluk görevi olduğunu kullarına bildirir. Yüce Allah, kendisine edilen dualara "el-Mucib (dualara karşılık veren)" ismi ile karşılık verir ve ihlasla yapılan duaların karşılıksız kalmayacağını da Mü'min Suresi 60. Ayette şöyle ifade eder:

 وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟ 

"Rabbiniz buyurdu ki: 'Bana dua edin size icabet edeyim. Doğrusu bana ibadet etmekten büyüklenenler (müstekbirler); boyun bükmüş (hor ve hakir) kimseler olarak cehenneme gireceklerdir." (Mü'min Suresi 60. Ayet)

Yere ve zamana bağlı olmayan dua, yaratılmış olan kul ile her şeyi yoktan var eden Allah Azze ve Celle arasında kurulan bağın daim olduğunu gösterir. Kul, her daim aciz olduğunu bilmeli ve gücü her şeye yeten Rabbinden başkasına yönelmemelidir. Sabah ve akşam, uykudayken ve uyanıkken, varlık ve yokluk zamanında, her ne koşulda olursa olsun elinden geleni yapıp elinden gelmeyen için de Rabbine el açıp dua etmelidir. Çünkü varılacak en son yer, yalnızca Allahu Teala'nın huzurudur. Bunun bilincinde olarak, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)'in ettiği şu dua ile tüm insanlara sesleniyoruz: "Allah'ım! Senin kudretinle sabaha çıktık, senin kudretinle akşama gireriz. Senin kudretinle yaşar, senin kudretinle ölürüz. En son dönüşümüz de ancak sanadır."  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YOKSA BİR MÜSLÜMAN'IN HİLAFET İSTEMESİ DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİL Mİ?

ANLAMAK MI? YOKSA ANLAŞILMAK MI?

100 YILLIK UYKU HALİ