İMAN MESELESİ ÜZERİNE
İman kelimesini anlayabilmek adına, evvela iman dediğimiz zaman zihinlerde canlanması gereken şeyin tam olarak ne olduğu üzerinde durulması gerekmektedir. İman denilen kavram lügatte “güven içinde olmak ve korkusuz olmak, bir şeye tereddütsüz inanmak, içten ve yürekten bağlanmak” anlamındaki emn (eman) kökünden türemiştir. İman kelimesi aynı zamanda, “güven duygusu içinde tasdik etmek ve inanmak” anlamına gelmektedir. “Sağlamlaştırmak, kesin karar vermek ve tasdik etmek” manalarını karşılayan ve akd kökünden türeyen i’tikad da iman karşılığında kullanılmaktadır.
Terim olarak iman
genellikle, “Allah’tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda
peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak” diye tanımlanmaktadır. Bu
inanca sahip bulunan kimseye mü’min, inancının gereğini tam bir
teslimiyetle yerine getiren kişiye de müslim denilmektedir. Ayrıca
Türkçe’de müslim kelimesinin Farsça kurala göre çoğulu olan müslüman da
bu anlamda kullanılmaktadır.
İman kelimesinin dinî mânâsı ise, "Allah'ın
varlığına, birliğine, tereddütsüz inanmak ve Hz. Muhammed (s.a.v.)'in peygamber olduğunu ve bize
bildirdiği şeylerin hepsinin hak ve doğru bulunduğunu, hiçbir şüphe duymadan
bildirildiği şekliyle kabul ve tasdik etmek" şeklinde ortaya
çıkmaktadır.
KAYNAK:https://www.bolgegundem.com/taklidi-ve-tahkiki-iman-ne-demektir-469836h.htm |
İman, kalbi ve vicdanı ilgilendiren hallerden bir
haldir. İmanın esaslarına -Allah'a iman, Meleklere iman, Kitaplara iman,
Peygamberlere iman, Ahirete iman, Kadere iman- kalben inanıp bağlanan
kimse, mü'min sayılmaktadır. İmanda asıl olan husus, kalbin tasdikidir. Dil ile
ikrar etmek, imanın şartı değildir. Bir kimse, dil ile imanını itiraf etmese
dahi, kalben inanıp teslim olduktan sonra mü'min sayılmaktadır. Lakin imanı dil
ile ikrar etmek, o kimsenin imanı hakkında hüküm verebilmek ve o kimse öldüğü
zaman, kendisine Müslüman muamelesi yapabilmek için gerekli olmaktadır. Bu
sebepledir ki, imanın rüknü, "Kalp ile tasdik, dil ile
ikrardır." denilmektedir. Belirtmek gerekir ki, imanı dil ile
ikrar etmek asli bir mesele olmayıp o kimsenin imanı hakkında hüküm verebilmek
için gerekli olmaktadır. Örneğin; cemaatle namaz kılmak, dini bir vecibeyi
yerine getirmek de, imanı dil ile ikrar etmek gibidir. Hatta dil ile ikrar etmekten
daha kuvvetli bir alamettir bu. Bu konu hakkında Peygamber Efendimiz Hz.
Muhammed (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Bir kişinin sürekli mescide gittiğini
görürseniz onun imanına şahit olun! Çünkü Allahü Teala şöyle buyuruyor:
'Allah'ın mescitlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru
kılan, zekatı veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder.
Doğru yola ermiş olmaları umulanlar işte bunlardır.'" (Tevbe Suresi 18.
Ayet, Tirmizi)
Dil ile ikrar etmek, imanın asli şartı olmadığı için, bir zorlama durumunda veya buna benzer geçerli bir mazeret karşısında kalben olmamak şartıyla, sadece dil ile inancını inkar etmek, imana aykırı söz söylemek dinen caiz olmaktadır. Böyle bir duruma mecbur kalan bir kimse imandan çıkmaz ve kalben tasdikini muhafaza ettiği için de mü'min sayılmaktadır.
Kur'anı Kerim'de iman kavramı çokça zikredilmektedir. Kur'anı Kerim'de Allah'a, Peygamberlerine ve ahiret gününe inananların ve salih amel işleyenlerin kurtuluşa ereceği bildirilmektedir:
ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَۚۛ فٖيهِۚۛ هُدًى لِلْمُتَّقٖينَۙ
اَلَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقٖيمُونَ الصَّلٰوةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۙ
وَالَّذٖينَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَۚ وَبِالْاٰخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَؕ
اُو۬لٰٓئِكَ عَلٰى هُدًى مِنْ رَبِّهِمْ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
"Bu kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah'a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir. Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar, kendisine rızık olarak verdiğimizden de Allah yolunda harcarlar. Onlar sana indirilene de, senden önce indirilenlere de inanırlar. Ahirete de kesin olarak inanırlar. İşte onlar Rab'lerinden (gelen) bir doğru yol üzeredirler ve kutuluşa erenler de işte onlardır." (Bakara Suresi 2-5. Ayetler)
Kur'anı Kerim, insanların iman hususunda irade hürriyetine sahip
kılındıklarını da bizlere Kahf Suresi 29. Ayette bildirmektedir:
وَقُلِ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكُمْ فَمَنْ شَٓاءَ فَلْيُؤْمِنْ وَمَنْ شَٓاءَ فَلْيَكْفُرْۙ اِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلظَّالِم۪ينَ نَارًاۙ اَحَاطَ بِهِمْ سُرَادِقُهَاۜ وَاِنْ يَسْتَغ۪يثُوا يُغَاثُوا بِمَٓاءٍ كَالْمُهْلِ يَشْوِي الْوُجُوهَۜ بِئْسَ الشَّرَابُۜ وَسَٓاءَتْ مُرْتَفَقًا
"Ve de ki: Kur'an Rabbinizden hak ve
gerçek olarak inmiştir. Artık dileyen inansın, dileyen inkar etsin. Şüphe yok
ki biz, zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki etrafındaki duvarlar, onları
çepeçevre kuşatır, susayıp su istedikleri zaman irin gibi bir su sunulur onlara
ve bu su, yüzlerini bile yıkayıp kavurur, ne de kötü bir sudur ve orası, ne de
kötü dayanılacak, oturulacak yerdir." (Kehf Suresi 29. Ayet)
Kur'anı Kerim'in Hucurat Suresi 14. Ayetinde ve Mücadele Suresi 22. Ayetinde imanın kalbe atfedilen bir eylem olduğu ifade edilmektedir:
قَالَتِ
الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ
قُلْ
لَمْ
تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ
قُولُٓوا اَسْلَمْنَا
وَلَمَّا يَدْخُلِ
الْا۪يمَانُ ف۪ي
قُلُوبِكُمْۜ وَاِنْ تُط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ اَعْمَالِكُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
"Bedeviler, inandık dediler. De ki:
'İnanmadınız ve fakat Müslüman olduk.' deyiniz. İnanç henüz gönüllerinize
girmedi sizin ve Allah'a ve Peygamberine itaat ederseniz yaptığınız iyiliklerin
sevabından hiçbir şey eksilmez. Şüphesiz ki Allah, suçları örter,
rahimdir." (Hucurat Suresi 14. Ayet)
لَا
تَجِدُ
قَوْمًا يُؤْمِنُونَ
بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ
الْاٰخِرِ يُوَٓادُّونَ
مَنْ حَٓادَّ
اللّٰهَ وَرَسُولَهُ
وَلَوْ
كَانُٓوا اٰبَٓاءَهُمْ
اَوْ
اَبْنَٓاءَهُمْ اَوْ
اِخْوَانَهُمْ اَوْ عَش۪يرَتَهُمْۜ
اُو۬لٰٓئِكَ كَتَبَ
ف۪ي
قُلُوبِهِمُ الْا۪يمَانَ
وَاَيَّدَهُمْ بِرُوحٍ
مِنْهُۜ وَيُدْخِلُهُمْ
جَنَّاتٍ تَجْر۪ي
مِنْ
تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۜ
رَضِيَ
اللّٰهُ عَنْهُمْ
وَرَضُوا عَنْهُۜ
اُو۬لٰٓئِكَ حِزْبُ
اللّٰهِۜ اَلَٓا
اِنَّ
حِزْبَ
اللّٰهِ هُمُ
الْمُفْلِحُونَ
"Allah'a ve ahiret gününe inanan bir toplumun; babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları olsa da, Allah'a ve Resul'üne düşman olanlarla, dostluk ettiğini göremezsin. Onlar o kimselerdir ki, Allah onların kalplerine imanı yerleştirmiş ve Kur'anı Kerim ile onları desteklemiştir. Zamanı gelince onları, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedi olarak kalacaklardır. Allah onlardan hoşnuttur ve onlar da Allah'tan. İşte onlar Allah'tan yana olanlardır. Dikkat edin, Allah'tan yana olanlar, gerçek mutluluğa ulaşacaklardır." (Mücadele Suresi 22. Ayet)
Kur'anı Kerim, Bakara Suresi 82. Ayette cennet ehlini iman ve salih amel sahiplerinin teşkil edeceğini belirterek iman ile ilahi emirlere uymak arasında sıkı bir ilişki bulunduğuna dikkat çekmektedir:
وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِۚ هُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَ۟
"İman edip salih
amellerde bulunanlar ise cennet ehlidirler. Onlar, orada ebedi
kalacaklardır." (Bakara Suresi 82. Ayet)
İman ile amel
arasındaki sıkı ilişki, amel kavramının önemini ortaya koymaktadır Amel,
bir kimsenin inandığı şeyleri yaşantısına uygulaması, dinin emrettiklerini
yerine getirmesi ve men ettiği şeylerden ise kaçınması manasını taşımaktadır. Bir
kimse, öncelikli olarak bir şeyi benimsemekte, benimsediği bu şeyin doğruluğuna
inanmakta ve sonrasında ise inandığı bu şeyi yaşantısına uygulayarak onu hayata
geçirmektedir. Açık ve net bir şekilde görülmektedir ki, iyi bir Müslüman'ın
tam bir teslimiyet ile iman etmesi ve iman ettiği bu şeyi davranışlarına
yansıtarak, yani amel ederek yaşantısına uygulaması gerekmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder