HAKİKAT

Kurulmuş olan bir pusuya ilk adımı attığım anda namluda bekletilen kurşunlar yağmur gibi yağdırılıyordu üzerime. Anlaşılan o ki, tahkikat tamamlanmış ve bir sonuç alınmak üzere uzun mu uzun bir yolculuğa çoktan çıkılmıştı. Tetiğe basıldığı her anda, gece karanlığının üzerine çöken mermiler, kalbi duran bir ölü misali ayaklarımın dibine düşüveriyordu hırçın bir şekilde. Karar verilmiş, ferman imzalanmıştı. Gün batımıyla gelen sessizlik, yerini ölüm haberimi çok öncelerden ilan eden siren seslerine bırakıyordu. Üzerime beyazları çekip sahnede bana eşlik etmek üzere, ölümü de yanıma alarak dans etmeye başlamıştım. Çalan melodi her ne kadar yanlış da olsa dans ediyordum işte, sahnenin en orta yerinde, hem de ölüme meydan okuyarak.

* * *

İnfaz kararı çoktan verilmiş olan bir hayatın kıyısında, uçurumun kenarında, ıssız bir darağacında atıyordu kalbim. Yaşamak denen şey nefes alıp vermekten ibaret idi ise ayaklarımın altından tabure çekildiği andan itibaren nefes alıp vermeden yaşıyordum hayatın en acı gerçeklerini. Belki de, hayatın tek gerçeği diyebileceğimiz ölüme binaen daha çok sarılıyordum yaşam denen bu tılsıma ve yaşam ile ölüm arasındaki zıtlığa kafa tutmak da olabilirdi beni daha çok cezbeden şey yabancısı olduğum hayatta.


KAYNAK:http://blog.ilem.org.tr/insan-hakikatin-icinde-gizlidir/

Yabancısıyım bu dünyanın…

Sizlerle aynı dili konuşamıyorum belki de…

Her ne kadar aynı havayı teneffüs etsek de…

Farklı yalnızlıkları yaşıyorum içimde…

Anlat(a)mıyorum hiç kimselere…

Hayaller denizinde uçurumlardan atlayışlarımı…

Boşluğa düştüğüm her anda…

Hayatta kalmak için çırpınışlarımı…

Anla(ya)mıyorum belki de…

Uçsuz bucaksız bir okyanusta sadece bir nokta olmayı…

 

Yalancısıyım bu dünyanın…

Sizler gibi bu topraklarda doğ(a)madım belki de…

Her ne kadar aynı topraklar üzerinde yaşıyor olsak bile…

Farklı dünyaları yaşıyoruz özümüzde…

Yaşa(ya)mıyorum benimsemiş olduğumuz(?) bu hayatı…

Ete kemiğe bürünen bedenlerde canlanan saltanatı…

Unutamıyorum belki de…

Sahte gülüşlerin ardına saklanan gözyaşlarını…

Bilinçaltımıza yerleş(tiril)en siyah-beyaz tondaki siluetlerin ayrımını…

 

Eşit koşulların elimine edildiği haksız rekabet içinde var olan erkler savaşımına son verebilecek normların mevcut bulunmadığı bir düzende, müsadere usulüne göre yönetilmeye başlamıştı, sadece düşüncelerimde tutunmaya çalışan düşlerim. Hayata tutunmaya çalıştığım her anımda, çarmıha gerilerek çalınmaya başlanmıştı semada beliren gülüşlerim.   

* * *

Farklılıkların her daim mevcut bulunduğu fakat bunun aksi yönde müşterek yaşam biçimlerinin bir türlü var ol(a)madığı bu düzende, imha edilen bütün hayaller, basamaklarını milyonlarca yıl öncesinden çıkmaya başladığımız yok oluş merdivenlerinde zirveye doğru yol alıyordu. Zirve, gittikçe derinleşiyor ve insan, en diplerde hayattan uzaklaşarak hakikate –ölüme- biraz daha yaklaşıyordu. Ölüm, artık bir nefes kadar yakındı.

* * *

“Siperden ilk çıkan alnına ilk kurşunu yer.” gibisinden bir kural mevcut bulunuyordu. Lakin ben inanmamış olacaktım ki, bu kurala oldum olası hiç uymadım. Siperi her daim ilk terk eden kişi oldum. Belki de, çok şanslıydım ki bahsedilen kurşun alnıma isabet etmiyordu. Amma velâkin gün geldi siperin dışına çıktığım ilk anda alnımın ortasına ilk kurşunu yedim ve böylece defnedilen cansız bedenimle ölüm denen hakikate kavuşmuş bulundum en kestirme yoldan. Kuralına göre oynamadığım bir oyuna dâhil olmak da neyin nesiydi, pek anlam veremediğim bir şeydi bu. Oyun muydu bu? O, kovaladıkça ben de kaçıyordum. O’ndan kaçış olmadığını da biliyordum elbette. Hakikatten kaçış yoktu ve artık gelmiş olduğumuz toprağa geri dönen hakikatin ta kendisiydim.

* * * 

Hayatın tarafsızlığına binaen söylenmiş olan her sözün arkasında durmayı denemeliydi insanoğlu. Binaenaleyh hayatın koymuş olduğu normlar karşısında, bozulan düzen içinde meydana gelen bireysel çıkar savaşlarında her zaman kolektif kazanımlar olmalıydı insanlığın tek gayesi. Velev ki, günü geldiğinde bireysel çıkar savaşlarında toplumsal çıkarlar mağlup edilirse, işte o an biliniz ki, yaşamakta olduğunuz dünya üzerinde var olduğunu sandığınız insanlık gerçekten ölmüş olur.

 

  

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YOKSA BİR MÜSLÜMAN'IN HİLAFET İSTEMESİ DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİL Mİ?

ANLAMAK MI? YOKSA ANLAŞILMAK MI?

100 YILLIK UYKU HALİ