DÜŞÜNCE EROZYONU

Düşünmek eylemi neticesinde meydana gelen düşünce, insanoğlunu diğer canlı varlıklardan ayıran en temel özellik olmuştur geçmişten bu güne değin. Çünkü insan, sahip olduğu düşünceler paralelinde yaşamına yön verir ve yine bu yönde yaşamını devam ettirir. Bu nedenledir ki, düşünce geliştikçe insan gelişir. İnsan geliştikçe de yaşam her daim daha iyiye doğru şekillenir.

Düşünce, birbirinden çok farklı boyutlarda ele alınabilir elbette. Bu eylemi gerçekleştirmek dahi, beraberinde farklı bir düşünceyi meydana getirmektedir. Bu durum da bizlere göstermektedir ki, düşünce, kendi kendini yenileyen ve de geliştiren bir özelliği bünyesinde barındırmaktadır.

Düşünce kavramını geçmiş-gelecek, doğru-yanlış, zaman-mekân,  imkân-imkânsızlık ve buna benzer birçok faklı boyutuyla ele almak mümkündür. Elbette ki bir düşünce geliştirilmek isteniyorsa eğer, o düşünce hakkında kafalarda en ufak bir tereddüt dahi bırakmayacak şekilde her ayrıntı ele alınmalıdır. Her düşünceyi bu paralelde düşünmek ve bu yönde yorumlamak gerekir ki, düşünceye dair yanlış olabilecek herhangi bir şey meydana gelmiş olmasın.

Bir düşünce, zaman-mekân açısından ele alındığı vakit, aynı zamanda bu düşünce o zaman ve mekâna göre doğru-yanlış bakımından da ele alınmış olacaktır. Örneğin; Cahiliye Devri’nde kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesi düşüncesi ve bu düşünce paralelinde şekillenen yaşam biçimi, o dönemde yaşayan insanlar için doğru bir düşünce ve yaşayış biçimi olarak algılanmaktaydı. Bu döneme ait bir diğer örnek de Mekkeli müşriklerin helvadan putlar yapması ve acıktıkları zaman da bu putları yemesiydi.  Oysaki İslamiyet’in doğuşuyla birlikte, bu düşünce ve beraberinde meydana gelen yaşayış biçiminin yanlış olduğu net bir şekilde gözler önüne serilmiş bulunmaktadır. Bu örnek de açık ve net bir şekilde göstermektedir ki, bir düşünceyi hem zaman-mekân hem de doğru yanlış olması yönüyle ele almak mümkün olmaktadır. Bu duruma da olaya hangi açıdan yaklaşıldığı yön vermektedir.

Aynı düşünce üzerinden hareket edildiği vakit, bu düşünceyi daha farklı boyutlara taşımak da pek tabi mümkündür. Bu da bizlere göstermektedir ki, düşünce, düşündükçe daha farklı boyutları ortaya çıkan bir kavramdır. Bu kavramı imkân-imkânsızlık boyutuyla ele alacak olursak eğer, karşımıza başka bir tablo daha çıkacaktır. Bu tabloda aynı döneme baktığımızda bu gibi yanlışların önüne geçen İslamiyet, o zaman mevcut bulunan imkânlar, daha doğrusu imkânsızlıklar paralelinde bunu en mükemmel haliyle gerçekleştirmiş bulunmaktadır. Bu başarılı sonuç ile bu denli ciddi yanlışların önüne geçilmiş ve en mükemmel sistem olan yaşayış biçimini de en muhteşem haliyle uygulanıp bugün bile ciddi bir örnek teşkil etmektedir. Ki o döneme bu muhteşemliğinden dolayı “Asr-ı Saadet” yani “Mutluluk Devri” adını vermişlerdir.   

KAYNAK: https://dusunbil.com/bilindigi-zannedilen-bilinmezlik-ve-kavramlarin-erozyonu/

Düşünce erozyonu dediğimiz şey de tam olarak burada başlamaktadır. Bizleri ve düşüncelerimizi erozyona uğratan asıl şey, o günkü imkânsızlıklar içinde dahi böyle bir düzen kurulabilmiş ve de uygulanabilmişken; bu gün sahip olunan imkânlar neticesinde nasıl olur da, bu denli kötü, adaletsiz ve acımasız bir düzen ile hükmedilmiş olunabilir?

Oysaki asıl olan imkânlar attıkça bir sonraki sistemin bir önceki sistemden daha iyi olması gerektiği değil miydi? Bu elbette böyle olmalı, olması gereken durumu düşündüğümüz vakit. Lakin işin özüne baktığımızda bu gün yaşamış olduğumuz hayat, tamamıyla bu düşüncenin aksi yönde hareket etmektedir. Evet, imkânlar geçmişe nazaran çok daha iyiye gitmiştir ve daha da iyiye doğru gitmektedir. Lakin yaşam biçimlerimiz bu gelişimin aksi yönünde hareket etmektedir.

Bu gün yaşamış olduğumuz dünya üzerinde adaletsizlikler, eşitsizlikler, haksızlıklar ve buna benzer birçok olumsuz koşullar gitgide artmaktadır. Bu olumsuz duruma en çok maruz kalan da, maalesef ki Müslüman olan kimseler olmaktadır. En basit örneğiyle Arakan’da açlıktan ölen bir çocuğun ve bu çocuğunu kaybeden bir anne-babanın çekmiş olduğu acıyı, Suriye’de beton yığınları altında kalan cansız bedenleri, kâfirler tarafından tecavüze uğrayan Müslüman kadınları, kızı ve eşi bu kâfirler tarafından hamile kalmasın diye onları öldürmenin fetvasını almak isteyen bir baba ve bir eşi düşününce, düşünce ve yaşam biçimi olarak ne kadar da gerilediğimizi fark etmiş olacağız. Bu paralelde zuhur eden duyarsızlık, insan olarak da ne kadar aşağı bir derecede yer aldığımızın resmini net bir şekilde çizip önümüze koymaktadır.  Oysaki: “Kim başını yastığa koyduğunda bir Müslüman’ın derdiyle dertlenmiyorsa, o bizden değildir.” diyor Hz. Muhammed (S.A.V.).  

Bugün Müslüman coğrafyalarında bu denli acılar yaşanırken kaçımız başımızı yastığa koyduğumuz zaman, onların acısını kendi acımız gibi hissetmeye çalıştık? Acaba kaçımız bir Müslüman’ın derdiyle dertlenip bu yönde çözümler aradık? Bu yönde sorulacak sorularımız sayısız denecek şekilde çok fazla elbette. Ama maalesef ki, cevap koca bir sıfır olmaktadır. Şimdi bu ve buna benzer durumlar karşısında Müslüman olarak bizler akıl tutulması yaşamayalım da, kimler yaşasın?

Evet! İnsanlık âleminde düşünceler bir toprağın aşınıp başka bir yere taşınması gibi, akıllardan uçup gidiyor. Ve düşünceler erozyona uğradığı gibi vicdanımız, merhametimiz, hislerimiz ve en nihayetinde insanlığımız da erozyona maruz kalıyor. Bu nedenledir ki, düşünce erozyonu insanlıktan bir adım önde ve içimizde kopan kıyametler dışımızda da kopmaya devam etmekte bugünlerde.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

YOKSA BİR MÜSLÜMAN'IN HİLAFET İSTEMESİ DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ DEĞİL Mİ?

ANLAMAK MI? YOKSA ANLAŞILMAK MI?

100 YILLIK UYKU HALİ