TÜKETİM VE YANSIMALARI
Tüketim dediğimiz şey, üretilen
mal ve hizmetlerin ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılamaları gayesi ile
üretilen bu mal ve hizmetlerin insanlar tarafından tüketilmesinden başka bir
şey değildir. Kişi, geliri ölçüsünde tüketim yapar ve bu sayede barınma,
yeme-içme ve giyim-kuşam gibi temel gereksinimlerini karşılaması yanında insan,
zaman, sağlık, çevre ve bunun gibi birçok alanda da ciddi manada tüketimler
yapar. Tüketimin varlığı, elde edilecek bir gelirin varlığına bağlı olmakla birlikte,
kişinin hiçbir geliri olmasa dahi yapması gereken zorunlu tüketimleri
gerçekleştirebilmesinin iki yolu vardır: Bunların ilki “tasarruflar” iken, ikincisi de “borçlanma” yoluyladır.
Tüketimin çeşitli dereceleri ve
bu derecelerin çok ciddi sonuçları mevcut bulunmaktadır. Bu derecelere göz
attığımız vakit, tüketimin en aşağı derecesinde “cimrilik”, tüketimin
ölçülü olması kısmında “iktisat” ve tüketimin aşırı olması kısmında ise “israf” karşımıza çıkmaktadır.
Cimrilik ve sonuçları
Cimrilik, tüketimin en aşağı
derecesini temsil eder. Bu derecede bulunan insan, sadece kendisini düşünür ve
hiç kimseyle hiçbir şeyini paylaşmak istemez. Nihayetinde günümüzde çokça
olduğunu düşündüğümüz ve çok yakındığımız bir durum olan “bencillik” kavramı insanlarda tezahür eder ve
bireysel güdülerin yoğun olduğu bir hayat zuhur edip insan, kendi yalnızlığında
insanlığı yok etmeye başlar.
İktisat ve sonuçları
İktisadı tarif edenler onu, “sınırsız ihtiyaçları sınırlı
kaynaklardan karşılama bilimi” olarak
tanımlarlar. Ki bu tanıma bakıldığında birbirine zıt ama bir o kadar önemli iki
şey karşımıza çıkmaktadır: Bunlardan biri doğada bulunan kıt kaynaklar, diğeri
ise insanların sınırsız ihtiyaçlardır. İktisat bu sorunun çözülmesi aşamasında
devreye girer ve her şeyde ölçülü davranılması ve nihayetinde bir denge
bulunması gerektiğini söyler. Teoride bu denge, kısıtlı bulunan kaynakların
sınırsız ihtiyaçlar karşısında adil dağılması şeklinde olur. Oysaki günümüz
dünyasında kaynakların dağılımı göstermektedir ki, uygulamada bu dengeyi
sağlamak o kadar da kolay değildir. Ardı arkası kesilmeyen ölçüsüz tüketim
eğilimleri dengeyi istisnai bir durum haline getirirken dengesizliği de bir
kaide konumuna yerleştirmektedir.
İsraf ve sonuçları
İsraf, kişinin ürettiğinden fazla
tüketmesi ya da gerekli olandan fazla harcaması, aşırı tüketim yapılması
demektir. Aşırı tüketip elindekini ve avucundakini hoyratça savurana, yani
israf edene de “müsrif” denilmektedir.
İsraf, bir tüketim çılgınlığı ve savurganlık olduğu içindir ki, hem kişisel
boyutta hem de toplumsal boyutta ciddi zararlara yol açar. İsraf, insanı egoist
bir yapıya büründürür ve zuhur eden aşırı tüketim sonucunda şahsi ve ailevi
bütçeler büyük zararlar görür. Bütçesi zarar gören kişi ya da toplum, zorunlu
ihtiyaçlarını karşılamak için önce, varsa tasarruflarını kullanır. Tasarrufları
erittikten sonra ise zorunlu olarak borçlanmaya gider ve bu da beraberinde
başka başka birçok soruna yol açar.
Günümüzde büyük bir değişime
uğrayan dünyada, tüketim ve yansımaları paralelinde ayakta durabilmenin en
önemli yolu ekonomik güç olmaktan geçer. Ekonomik güç olabilmenin yolu da
iktisattan, üretimden ve aşırı olmayan tüketimden geçer. Üretimi aşan her
tüketim yeni bir borçlanmayı getirir ki, üretimi aşan kısım karşılanabilsin. Ve
israf sonucu oluşan her borç, yeni bir dışa bağımlılık doğurur ki; bu da,
ülkelerin günümüzde savaşılmadan fethedilmesindeki en büyük etkendir. Birey ve
toplum olarak fethedilmek istenilmiyorsa, tüketimin bu yansımalarına dikkat
edilmeli; ne çok cimri olunmalı ne de aşırı tüketen… Olması gereken iktisat
biliminin bizlere söylediği ölçüde bir denge tutturmalı ve kaynakların adil
dağılımı sağlanmalıdır; her ne kadar bu söylenen teoride basit, uygulamada zor
olsa da.
Yorumlar
Yorum Gönder